Esat Oktay Yıldıran | Gökkurt Sözlük
PKK tek kadın kurucularından Sakine Cansız Diyarbakır Askeri Cezaevi'nde Esat Oktay Yıldıran ile ilk karşılaşmasını şöyle anlatıyor:
"Aniden biri yanımızda beliriverdi, nereden gelmişti, rütbesi neydi? O ne biçim adım atıştı, o ne biçim surattı. Kalleş gözlerini kan bürümüştü! Sırıtıyor gibi duruyordu. Dudakları, ağzı işkenceciliğin şekillendirdiği sırıtkanlıktaydı. İnsan gülüşü, insan yüzü, insan bakışı değildi kesinlikle. Bazılarındaki insan siması ilk anda yanıltıcı olabilir. 'Bu yüz ifadesi altında kişilik nasıl bu kadar işkenceci olabilir' diyebiliyor insan. Ama hayır, bu yaratık ilk görüntüsüyle kendisini ele veriyordu. Belli ki bu işte yoğrulmuş. Önümde dikilmiş, ilk sorusu “Adın ne?” oluyor. Ben de “Sakine” dedim. “Türk müsün?” dedi, “Hayır, Kürdüm” diye cevap verdim. Şiddetli bir tokat indirdi. Yolculuğun verdiği yorgunluk, o an yaşananlar ve tokat, bir anda gözlerimin önü kararır gibi oldu. Evet, çok iyi anlaşılıyordu. Esat Oktay Yıldıran ile ilk tanışma! Amed zindanıyla ilk tanışma! Düşmanın tokadını yemek herhalde arzulanan bir şey değildi ama arkadaşların acısı biraz olsun hafiflemişti yüreğimde."
esat oktay yıldıran'a yetki ve talimatları veren türk silahlı kuvvetleri'dir. kimse tsk'nın emir-komuta zincirinde olan bir subay hakkında ağır ithamlarda bulunma ve aleyhine konuşma hakkı yoktur.
siyasiler gider, hükümetler geçer ama devlet hep kalır. işte devlet, türk silahlı kuvvetleri'dir.
kimin nasıl yargılayacağını, kime nasıl muamele yapılacağı yorumunuza, görüşünüze açık bir konu değildir.
Selim Çürükkaya, Aktüel Dergisi'ne verdiği yayınlanmayan röportajında onun Diyarbakır Cezaevi'ne gelişini anlatıyor. "Şöyle demişti: ” Beni dinle! (O daima karşısındaki kitlenin içindeki bireye seslenirdi.) Ben direktmen Genelkurmayın emriyle buraya atandım. Benim adım Esat Oktay Yıldıran’dır. Ben Kıbrıs’ta Rum çocuğunu bıçakla kesmiş, babasının gözlerinin önünde kanını şarap niyetine içmiş adamım” Kendisini bu cümlelerle bize tanıtan Esat Oktay Yıldıran, iki yıl boyunca bize sistemli işkenceler yaptırdı. Elbette bu işkenceler emir komuta zinciri içinde yapılıyordu. Esat Oktay’ın maiyetinde olan işkenceciler, onun emri olmadan tuvalete bile çıkamazdı. Esat Oktay Yıldıran, Kontrgerilla şefi Kemal Yamak’ın emri dışında hareket edemezdi."
Ermeni bir devrimci(!) olan Garabed Demircioğlu Agos’a verdiği röportajda diyor ki: “Devrimci kimliğimin yanında bir de Ermeni kimliğim eklenince diğer mahkumlara göre daha ‘özel’ bir muamele gördüm. Subayın biri sırf içtiği sigaranın dumanını yüzüme üflesin diye beni Filistin askısına astırırdı.” Okuduğumda ilk hissettiğim, insandan korkmak oldu. Zulmün sınırı yokmuş.Anlatılan binlerce anıya, yapılan yüzlerce çeşitlilikte işkenceye rağmen beni en fazla etkileyen Diyarbakır Cezaevi’nde kadınlara yönelik işkence şekli oldu. Bu işkencenin mimarı, dönemin Diyarbakır Cezaevi Müdürü Esat Oktay Yıldıran. Sözlük yazmak isterseniz eğer “cani” kelimesinin karşılığında bu zatın adını yazarsanız başka açıklama yapmanıza gerek kalmaz.
Bu müdürün uyguladığı işkence yöntemleri konusunda sayısız hikayeler anlatılmıştır. Köpeği Co’yu işkencelerde kullandığı hemen hemen herkesin anlatımında geçer. Kendi iğrenç emellerine bir hayvanı alet ederek ruhundaki zehrin doruk noktasında olduğunu kanıtlamıştır. Bu zatın, köpeğini çiğ etle beslediği için köpeğin kan kokusuna aşırı duyarlı hale geldiği yazılır. Her okuduğumda kanımı donduran işkence de köpeğin bu özelliğinden kaynaklanıyor.
Ertuğrul Mavioğlu’nun “Asılmayıp Beslenenler” kitabında bir kadın Esat Oktay Yıldıran'ı anlatıyor: “Bizi sıra halinde bahçeye diziyorlardı, köpek o gün hangi kadın adetliyse onun bacak arasına saldırıp cinsel organını ısırmaya çalışıyordu. Müdür ipi bir bırakıp bir çekiyordu, bu saldırı hem onurumuzu kırıyor hem de kendi bedenimize, kendi doğamıza düşman olmamıza neden oluyordu.” Kadın bedenine yönelik saldırılardan belki de en korkuncu bu gibi geliyor bana. Esat Oktay’ın cani ruhundan fışkıran bu işkence, kadını aşağılık görmek; kendi döllendiği rahime duyduğu nefretinde yatıyor.
İrfan Babaoğlu Esat Oktay Yıldıran döneminde Diyarbakır Askeri Cezaevi'nde mahkumken yaşadıklarını anlatıyor:
"1980'in kasım ayında Siverek'te gözaltına alındım. 40 güne yakın gözaltında kaldım. Yapılan yargılamalardan sonra idam cezası aldım. 1991'de çıkarılan bir yasayla cezam 20 yıla düştü ve 2000 yılında tahliye oldum. . Tutuklandığımda 21 yaşındaydım, çıktığımda 42 yaşıma ulaşmıştım. Cezaevine gittiğimiz dönem işkencelerin henüz sistematik hale geldiği bir dönemdi. O günlerin hiçbirini unutmadım. Dışkı yediriyorlardı, gururumuzu incitecek, insanı hiçleştirecek her şeyi yapıyorlardı. O dönemde birçok arkadaşımız aklını yitirdi. Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran, koğuşa geldiğinde, 'Bildiğinizi, gördüğünüzü, yaptığınızı burada kusacaksınız,' diyordu. Sadece onu suçlamak yeterli değil, bir bütün olarak o dönemin yargılanması gerekir."
Diyarbakır askeri cezaevinde yatmış bir mahkum olan Abdurrahman Semavi'nin yazmış olduğu, Zindanda Çocuk adlı kitabında Esat Oktay Yıldıran hakkındaki önemli bulduğum birkaç cümleyi sizinle paylaşacağım.
Sayfa 92, sayfanın son cümlesi;
Esat Oktay Yıldıran'ı tek başına bir kitap olarak yazmak gerek.
Sayfa 95, Zindan Havası başlığına şu cümlelerle başlıyor;
Esat Oktay Yıldıran, 1.68–170 boylarında kısa boylu bir tipti. Mavi gözlü, alnı hafif keldi. Peltek konuşurdu ama inanılmaz atik ve çevikti. Yerinde durmasını bilmeyen bir tipti. Sövmeyi ve hakaret etmeyi sanırım yeryüzünde onun kadar iyi bilen yoktu.
EKEV Akademi Dergisi 48. sayı, sayfa 10'da yer alan Diyarbakır Cezaevi başlığında Esat Oktay Yıldıran hakkında geçen kısım;
"Bir başka tespit ise, Diyarbakır cezaevi sitemli bir kontra gerilla hareketi olduğudur. Esat Oktay Yıldıran’ın cezaevinde uyguladığı işkencelerin Latin Amerika’da Kontra Gerillanın uyguladıkları aynı olduğu dikkat çekmektedir. Yıldıran’ın kendisini doğrudan Genel Kurmay Başkanı’na bağlı olduğunu ifade ederek, her türlü işkenceyi yapması ve bundan dolayı hiçbir şekilde sorgulanmamış olması işkence gören insanları tamamen ümitsiz hale getirmiş ve intikam için tek yolun PKK örgütüne katılmasına sebep olmuştur."
Diyarbakır Askeri Cezaevi Gerçeği ile Yüzleşiyor 3. Sempozyumunda, "Tarihsel Açıdan Diyarbakır Cezaevi" başlığını yazan Celalettin Can'ın, Esat Oktay Yıldıran hakkında yazdığı önemli bir kısmı paylaşacağım.
"Esat Oktay Yıldıran ‘cezaevini teslim almaya gelmiş’. ‘Türklük Andı’ ve ‘subayların önünde ayağa kalkma/ön ilikleme’ gibi iki temel askeri dayatma ile başlıyor. Zamanla vahşete varan işkence ve baskı süreci başlıyor."
Afyonkarahisar milletvekili Abdullah Ulutürk'ün TBMM'de, 25 Ekim 1988 tarihinde Esat Oktay Yıldıran'ın şehit edilmesi üzerine yaptığı açıklamasının önemli kısmını burada yayınlayacağım.
"...Sayın milletvekilleri, Alemdağ 23. Tümen Komutanlığında görev yapan Binbaşı Esat Oktay Yıldıran, 22.10.1988 günü, İstanbul'da, bindiği halk otobüsü içerisinde, eşi ve çocuklarının gözü önünde, 2 veya 3 kişi oldukları sanılan kişilerce, arkasından ateş edilmek suretiyle katledilmiştir.
Basının yazdığı ve Genelkurmay açıklamasına göre, öldürülen Binbaşı Esat Oktay Yıldıran, 1981 - 1984 yılları arasında, Diyarbakır Özeltip Cezaevi İç Güvenlik Amiri olarak görev yapmıştır; 6 ay önce de İstanbul 23. Tümen Komutanlığına, Tabur Komutanı olarak tayin edilmiştir. Yine basının yazdığı kadarıyla, Binbaşı Esat Oktay Yıldıran, uzun süredir, yasa dışı örgütlerce izlenmiş, yasa dışı örgütlerin gizli yayın organlarında "öldürülecekler" arasında ismi yayımlanmış, Diyarbakır'da birkaç sefer öldürülmek üzere saldırıya maruz kalmış, Balıkesir İlinin Edremit Kazasında, otogarda, silahlı bir saldırıya tekrar uğrayarak yaralanmıştır. Uzun süredir tehditler ve baskı altında bulunduğu, devletten, korunmasını istediği halde hiçbir şekilde korunmadığı, güpegündüz, herkesin gözü önünde işlenen cinayetle ortaya çıkan bu binbaşının
öldürülmesi hadisesiyle, güvenlik görevlilerinin korunması hadisesi de güncelleşmiş bulunmaktadır..."